Yöneticilikte Egoyu Yönetmek
- Gökhan Korkmaz

- 29 Nis
- 2 dakikada okunur
Yönetici olduğum ilk zamanlarda içimde tarif edemediğim bir gerginlik vardı. Görev yetkilerimi biliyordum ama davranışlarımın ardındaki niyeti her zaman göremiyordum. Bir fikir önerildiğinde neden hemen eksik yönünü düşünüyordum? Biri başarısıyla öne çıktığında neden içimden hafif bir huzursuzluk geçiyordu? Bunlar dışarıdan pek belli olmayan, ama içeride beni sıkıştıran duygulardı. Zamanla fark ettim ki bu, teknik bilgi eksikliğinden değil; yönetilmemiş bir egodan kaynaklanıyordu.
Bu farkındalık kendiliğinden gelişmedi. Zaman içinde gözlemleyerek, bazen zorlanarak, bazen içime dönerek gelişti. Ego çoğu zaman bağırmıyor çünkü. Sessizce yön veriyor. İyi niyetli görünen kararların, ekibe alan açtığını sandığım yaklaşımların altında bazen benim güç ihtiyacım, onay beklentim ya da kontrol arzum yatıyordu. Ve bunların farkına varmak da, kontrol altına almak da kolay değildi.
Bugün yöneticilikte 7. yılımdayım. Artık kendimi, yatay ilişki kurmayı seven, ekibiyle işi kolektif olarak örgütleyen, sorumluluğu paylaşmaktan korkmayan bir yönetici olarak tanımlıyorum. Bunun kulağa çok idealist geldiğinin farkındayım ama gerçek şu ki, bu yönetim biçimi kendime ve çalışma arkadaşlarıma duyduğum derin bir güvenden besleniyor. Ve bu güvenin çok güçlü bir davranış olduğunu her geçen gün daha çok görüyorum.
Ama bu hep kolay olmadı. Türkiye’de, özellikle iş hayatında, bu tarz bir yaklaşım çoğu zaman “zayıflık” olarak algılanıyor. Hiyerarşinin güçlü olduğu ortamlarda, yöneticinin alan açması, kolektif karar alması ya da kendi fikrine alternatifleri davet etmesi, şaşkınlıkla karşılanıyor. Hatta kariyerimin başlarında, bu yaklaşımı kötüye kullananlar da oldu. Yetkiyi paylaşmanın, sorumluluğu aktarmanın karşılığı saygısızlık olduğunda, o kırılgan denge bir anda bozulabiliyor. O anlarda içimden gelen şey, “eski tarz” bir yönetici gibi davranmak oluyor: sertleşmek, alan çizmek, otoriteyi göstermek. Ama biliyorum ki bu refleks, beni asıl inandığım yöneticilik anlayışından uzaklaştırıyor.
Ben bu çelişkiyi genellikle ekip arkadaşlarımla açıkça konuşarak aşmaya çalışıyorum. Neden bu kadar yatay bir ilişki kurduğumu, neden fikirlerini önemsediğimi, neden beraber karar vermek istediğimi anlatıyorum. Aslında onlara bunu anlatırken, bir anlamda kendime de anlatmış oluyorum. Kendime neden böyle bir yönetici olduğumu yeniden hatırlatıyorum.
Ego hâlâ orada. Tamamen yok olmuyor. Ama artık onu tanıyorum. Ne zaman konuştuğunu, ne zaman yönümü saptırmaya çalıştığını hissedebiliyorum. Bazen tetikleniyorum, bazen savunmaya geçiyorum ama en azından artık bu tepkilerin arkasında ne olduğunu görebiliyorum. Ve bu farkındalık, bana göre liderlikteki en önemli eşik: Kendini tanımak ve yönetmek.
Çünkü yöneticilik sadece iş yürütmek değil. Alan açmak, güvenmek ve beraber büyümek.
Gücünü sesinden değil, sesini açtığı alandan alan bir lider olmayı seçmek.







Yorumlar